21 Kasım 2024’de gerçekleşen Resort Kongresi konuşmacılarından, Rixos Otelleri Yönetim Kurulu Başkanı Fettah Tamince, özellikle konaklama sektörü yatırımcılarına Global arenada varlık göstermeleri için hem cesaret verdi, hem de ayna tuttu. Konfor alanlarımızdan çıkmadan uluslararası rekabette var olamayacağımızı, kendine has üslubuyla, samimi bir biçimde ortaya koydu. Konuşmasında ayrıca, ülke olarak milyon milyon ziyaretçi sayısını arttırmalı mıyız sorusunu sektör olarak tartışmamız gerektiğini vurgulayıp, çevre, ulaşım, insan kaynağı yönünden sorunlar yaşamakta olduğumuza değindi, keza; su kaynaklarının azalması, hava kirliliği ve iklim değişikliğinden de bahsetti.
İlk kez bu seviyede, nazikçe ve biraz örtülü bir şekilde de olsa, aşırı turizmden bahseden Tamince’nin sözleri sektör iletişimi anlamında, bence yeterince karşılık bulmadı veya bir tartışma başlatmadı.
Ben konuşmayı sonradan, video kaydı üzerinden dinlerken aklıma TURSAV Başkanı Turizmci Faruk Pekin’in Şubat 2017’de bir çalıştayda söylediği; “Turizm; karlı, sürdürülebilir ve sorumlu olmak zorundadır. Kültür turizminden bahsedince, hemen ‘STK’cı mısın? diye soruyorlar. Turizm kelle sayısı demek değil. Gelen kişi ne kadar gelir bırakıyor, yaptığınız iş ne kadar rasyonel ona bakacaksınız. Karlı olmak, zaten sürdürülebilir ve sorumlu olmayı gerektiriyor” sözleri aklıma geldi. O dönem, kitle turizminden vazgeçmek ya da deniz,kum,güneş satmamak gibi yönlere çekilerek, türlü argümanlarla karşı çıkılan bu sözleri, yaklaşık sekiz yıl sonra, Türkiye’den çıkan en önemli uluslararası konaklama markasının kurucusu ve YK Başkanının tartışmaya açması, açıkcası mesleğim açısından beni umutlandırdı. Tabii, Fettah bey, Faruk bey gibi keskin ifadelerle durumu anlatmadı ama en azından bunları tartışmaya başlamamız gerektiğini ortaya koyması, önemlidir.
Sektör olarak, ülkemiz cari açığına 40 Milyar dolarlık bir katkı sunuyor olmamız kıymetlidir, politik olarak neredeyse bunun kadar önemli bir diğer katkı da sektörümüzün yarattığı istihdamdır. Ve bence, bu ikinci başlık sektörün güncel sorunlarına dair, rasyonel akıl yürüterek, siyasetle eşgüdüm içerisinde belli dönüşümleri tartışabilmeyi güçleştirmekte ve günü kurtarmaya dönük, kozmetik birtakım aksiyonların daha yüksek oranda alınmasına sebep olmaktadır.
Yukarıdaki iki önemli turizmcinin görüşlerine karşın, henüz dün TTYD Başkanı Oya Narin TÜRSAB Turizm Kongresi’nde, üçüncü büyük turizm hamlesi kapsamında; “Yatak kapasitesinin güncellenmesi ve artırılması” gerektiğini vurguladı. Yine aynı kongrede, Turizmin Geleceği başlıklı panelde Faruk Pekin; “Mevcut turizm rakamlarının gerçeği ifade etmediğini belirterek, Türkiye turizminde gerçek girdi çıktı analizleri yapılıyor mu? Son 40 yılda devlet turizme yatırım yaptı. Ancak bunların analizleri yapılıyor mu? Turizmin çevre kirliliğine etkisinin maliyeti nedir? Bunun analizi yapılıyor mu? Bunların hesabını yapmıyoruz. Turizm karlı, sürdürülebilir ve sorumlu olmak zorundadır” dedi. Yıllardır dile getirdiği, ekonomide yer alan Mukayeseli Üstünlük Teorisine değinen Pekin, birkaç yıl önce Nilay Örnek Nasıl olunur podcast serisinde ifade ettiği, 60 milyar dolar, 80 milyon insandan değil, 10 milyon insandan kazanılmalı ve Ülkemizin, Dünya Seyahat ve Turizm Rekabet Edilebilirlik Endeksinin 43. Sırasında olması üzerine paylaştığı görüşlerine paralel, tutarlı bir biçimde kitle turizmi karşısında kültür turizmini tercih etmemiz üzerine görüşlerini paylaştı.
Sektörün gerçek bir girdi çıktı analizi yapması gerekliliğine katılıyor ve bunun için sektörün daha fazla inisiyatif alması gerektiğini ve daha yüksek sesle konuyu gündeme taşıması gerektiğini düşünüyorum. Verimlilik adına, özellikle karlılıkların eridiği ve iş yapmanın zorlaştığı şu dönemde, gerekirse kapalı toplantılarda herşeyi enine boyuna tartışıp, hareket kararlarına dönüşmesi için herkese sorumluluk düştüğüne inanıyorum.
Tüm bunların ışığında; bence sektör olarak, gerçekten özellikle ulaşım/trafik, insan kaynağı ve barınma problemi gibi konularda gözardı edilemeyecek kadar büyüyen başlıklar üzerine kollektif bir akılla, nitelikli bir tartışma başlatmalıyız. Tüm bu tartışmaları, tespit ve önerilerle birlikte kayda geçirmeli ve devlet aygıtını yönetme sorumluluğu üstlenen siyasi paydaşlarla, en üst düzeyde istişare etmeli ve aksiyon planlarına bağlamalıyız. Tüm bunları yaparken, yetkinlik ve/veya kişisel ajandalar zaman zaman güven duygusunu zedelese de, salt yatırımcı gözünden değil, sektörün tüm bileşenleri açısından bu konuları ele alabilecek aklı ortaya koymalıyız. Başka destinasyonların bu sorunlara bulduğu çözümleri tartışmalı, ülkemiz koşullarına en uygun çözümleri geliştirmeli ve uygulamalıyız.
Kültür Turizmi ve Kitle Turizmi arasında bence, keskin bir karar verebilecek durumda değiliz, halihazırda yatırımlar, alışkanlıklar, konfor alanları, temsiliyet ve önemsemek/öncelemek anlamında konsensüsten oldukça uzak bir durumda olduğumuzu söylemek, herhalde çok da gerçeğe aykırı olmayacaktır. Ancak yine de, bu konuyu bir süre sonra, şartlar bizi çok daha zorlar hale geldiğinde, en azından karar aksiyonlarını uygulamaya koyacak şekilde tartışıp, doğru dengede ele alabilmek için, bugünden atılması gereken adımlar olduğu hususunda hepimiz hemfikir olabiliriz. Karşılıklı çekişme ve uzlaşmazlık yerine bugünden, birbirimizi anlama çabası ve küçük adımlarla birbirimize yaklaşmak, belki ilerisi için bir fikir birliği ihtimaline dair biraz umut verebilir.
Benzer bir konuyu, sektör içinden meslektaşlarımla, yakın bir zaman önce, bir kapalı toplantıda ele aldığımızda, Herşey Dahil sistemin ne kadar vazgeçilmez ve tartışılmaz olduğunu ifade eden meslektaşıma verdiğim cevapla toparlamak isterim; “bugün için haklı olabilirsiniz, ancak gelecekte şartlar bunu dayattığında ne yapabileceğimizle ilgili akılcı bir yol haritasını bugünden konuşmaya başlarsak ve ufak adımlarla da olsa alternatif senaryolara ilişkin simülasyonları çalıştırırsak, o gün geldiğinde belki sağlıklı bir dönüşümün altyapısını oluşturabiliriz”.
İşin özü, bize dayatılan seçenekler içerisinden daha az kötüsünü seçmek yerine, muhtemel daha iyi seçenekleri yaratabilmek zorundayız. Bunun için nitelikli iletişime, asgari saygıya, medeni cesarete ve de karşılıklı anlama/anlaşma çabasına ihtiyacımız var, akılcılıktan uzak her türlü yaklaşımın faydadan çok zarar getireceğini, kısa sürede fayda elde edecekler dahi anlamışken, bizlerin akılcı olmaktan başka bir yolumuz olamaz, olmamalı.