Bir önceki yazıda, aşırı turizmle ilgili bir farkındalık oluşturmak adına, farklı kişilerin farklı görüşleri üzerinden, kendimce bir konsensüs ihtiyacını dile getirmeye çalıştım. Konunun önemine paralel, oldukça güzel geri dönüşler aldım, almaktayım. Kenardan ve tümüyle konformist bir şekilde eleştirel ahkamlar kesmek değildi niyetim, dolayısıyla bu yazıda aklımdan geçen çözüm önerilerini ve de yaklaşımları paylaşmak üzere klavyenin başına geçtim. Maksadım; ben bilirim edasıyla burada bol keseden atıp tutmak değil, önerilerimin tümüyle yanlış ve/veya belli oranda eksik bulunmasına da açık ve saygılıyım. Lakin; konu üzerinde kafa yormak ve olasılıkları tartışmak üzerine, sınırlı da olsa bir etki yaratırsa, kendimi maksadıma ulaşmış sayacağımı rahatlıkla belirtebilirim.
Önerileri paylaşmadan önce, bu önerilerimin uygulanabilirliği için temel birtakım varsayımlara ihtiyaç duyulduğunu bilmemizin önemli olduğuna inanıyorum. Bu varsayımlar, basitçe ifade etmek gerekirse;
- Öncelikle, sektörün tüm bileşenlerinin, muhtemel fayda ve toplu kazanımlar adına kendi menfaatlerini öncelemeden, kollektif bir akla kendi en iyi çabalarıyla samimi ve adil bir biçimde dahil olmaları/edilmeleri,
- Akıl, bilim ve objektif verilerle, önyargısız ve adil karar alma mekanizmalarının tesis edilmesi ve güvence altına alınması,
- Akılcılık esas alınarak, medeni bir şekilde her fikrin tartışılabilmesine imkan tanıyacak iletişim zemini,
- Çevre, doğa, ilgili destinasyondaki yerel yaşam kalitesini tehdit eden ya da etmesi muhtemel her başlığın çözüm arayışında en yüksek öncelikle ele alınması üzerine fikir birliği sağlanması,
- Çözümlerin sağlayacağı uzun vadeli kazançların, kısa süreli olası maliyetlerine göre doğru analiz edilmesi ve makro ölçekte gerekirse uzun vadeli kazançlar gerçekleşene kadar makul şekilde sübvanse edilmesine dair olanakların yaratılması,
Tüm bu varsayımları alt alta yazınca, bugün maalesef ülke olarak içinde bulunduğumuz haleti ruhiye yi gözönünde bulundurarak, başlıkta göreceğiniz gündüz düşleri ifadesini eklemek ihtiyacı hasıl oldu. Bunu da bir umutsuzlukla yazmıyorum, Amin Malouf’un Doğu’dan Uzakta kitabında, çok güzel ifade ettiği gibi; “Umutsuzlukta haklı çıkacağımıza, umutta yanılalım”…
Çözüm önerilerine gelecek olursak; ben sektörün büyüklüğüne, biraraya gelmeleri ne kadar zor ve ütopik gözükse de, birtakım sorunlar için güncel harcamaların toplamına, uluslararası finansman olasılıklarıyla birlikte bakarak, bazıları belki de mega gözükebilecek ama aritmetik olarak mümkün ve fizıbl olduklarına inandığım önerilerimi, dile getireceğim. Kendimce sorunların büyüklüğü ve halihazırda hem yaşam kalitesi hem de ticari fayda/maliyet kısımlarına ağırlık vererek, kendimce birşeyler düşündüm.
Bence birinci konu, sezonda yaşanan trafik yoğunluğu, bunun hem turistik destinasyonlarımızda kentte yaşayanları, hem de tatil amaçlı gelenleri bunaltan ve zorlayan bir konu başlığı haline geldiği aşikar. Eski bir acentacı olarak, Kemer, Belek, Side, Alanya alınış saatlerini, uçak saatinden ne kadar önce verdiğimizi ve şimdi bu sürenin nerelere geldiğini gayet iyi bildiğimi ifade etmek isterim. Spesifik değerlere bu yazıda girmeyeceğim, çünkü buradan yola çıkarak art niyetli bir şekilde bize gelecek talebi azaltabilecek birtakım yayınların buradan kendilerine ekmek çıkarmalarını istemiyorum. Ama gerçek ve artan bir sorun olduğunu, sektörden acentacı meslektaşlarımla kolayca doğrulayabilirsiniz. Halihazırda, başlanan yol, tünel vs. gibi projelerden de haberdarım ama çözümün burada olmadığını ve nedense bu muhtemel çözümün hesaplı olmayacağını da, bir şekilde biliyor ve öngörüyorum ama itirazım yok. Bu arada artan trafik probleminin sadece turistik taşımadan kaynaklanmadığını da biliyorum ama yine, turistik tesislere tedarik sağlayan firmalar ve onların kullandıkları lojistik firmalarının araçlarıyla, personel servislerinin de çok ciddi bir trafik yükü yürüttüğü aşikar.
Deneyim ve eğitimle içini doldurabileceğim, ama spesifik olarak tek tek verilerine sahip olmadığım taşımacılık sektörünün sadece personel ve turist taşıması anlamında, kabaca Türkiye genelinde yıllık 1 Milyar € nun üzerinde bir gider kalemi oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu hesaplamada tedarik lojistiği için kullanılan taşımayı dahil etmediğimi belirtmek isterim. Bunun kabaca yarısının sadece Antalya’da her yıl harcanmakta olduğunu ve Türkiye geneli 250-300 Milyon € sunun personel taşıması için harcandığını ifade etmek de yanlış olmayacaktır. Yine bu bahsi geçen meblağın kabaca yarısı sadece Antalya’da ve personel taşımacılığı için harcanmaktadır. Özellikle topografik olarak görece düz diyebileceğimiz Antalya’nın alt bölgelerinde, bu harcama payı için yıllık yaklaşık 100 milyon € desek yine çok yanılmış olmayız. Hem karbon ayak izini düşürmek, hem de yerel yaşam kalitesine katkı sunmak adına, 25 yıllık bir kredilendirmeyle kabaca 2 Milyar € yu Antalya’nın 25 yılda geri ödeyebileceği ve çok ciddi rahatlama sağlayabilecek bir toplu taşıma altyapısını ( raylı ) sektör, yerel yönetim ve genel yönetim işbirliğiyle, uluslararası finansmanla yapamamak söz konusu bile değil. Hatta, burada oluşturulacak hatların, tarihi, doğal ve kültürel cazibe noktalarına da erişim sağlayabilmesi hesap edilirse, turistlerin de dahil olduğu bir sistemle vadesinden önce geri ödemesi tamamlanıp, sonrasında da sektörden ortaklarına, yerel yönetime ve genel yönetime kar payı da sağlayabilecek bir yatırım potansiyelinden söz ediyoruz. Ülkemizi ve bu örnekte bahsi geçtiği üzere Antalya’yı ( şehrimizi ) ziyaret edecek turistlerin rahatlığı ve de yerel yaşam kalitesinin azalan trafikle artacak olması da cabası. Bir anda buna geçmek hayal olsa da, fizibilitesi yapılabilir ve de sektörün kendi içinde oluşturacağı sağlam ve materyal bir işbirliği yatırım şirketiyle süreç içinde uluslararası finansman kuruluşlarından ihtiyaç duyulan yatırım sermayesi konuşulabilir bir proje olacağını düşünüyorum.
Bundan öncesinde, şehirdeki taşımacıların bir çatı şirket altında toplanması, asgari hizmet standartlarının belirlenmesi, tek fiyat ve opsiyonel artı hizmetler gibi seçeneklerin sunulmasının sağlanarak, asgari yolcu sayısının araç tiplerine göre tanımlanması, trafikten birçok orta ve büyük ölçekli taşıtın azalmasını sağlayacaktır. Bu yapı, doğru dengede işlerse, trafik kazalarının azalmasına ve ayrıca taşımacılık personelinin daha insancıl koşullarda çalışmasına da imkan tanıyacaktır. Burada, mevcut taşımacılara kurulacak şirket ya da birlik çatısı altında yer alabilmeleri için gereken standartlar belli bir süre öncesinde açıklanmalı, geçiş için zaman tanınmalı ve sonrasında bağımsız denetimlerle lisans yeterlilikleri düzenli olarak, belli aralıklarda kontrol edilmeli ve gereklilikleri yerine getirmeyen araçların ve/veya personelin lisansları önce askıya alınıp, sonra iptal edilmeli. Yeni lisanslar için ihtiyaç oldukça ihale açılmalı, elde edilecek gelir, taşımacılık sektörünü ve bilhassa personeli eğitmeye-geliştirmeye harcanmalıdır.
Ben, buna benzer bir durumun, eğlence tarafında da yapılabileceğine inanıyorum. Yine, Antalya örneğinden yola çıkarsak, yıllık kabaca 350 Milyon € nun üzerinde bir harcama yapılan otel eğlence sektörünün, taşımacılıkta bahsettiğim gibi, önceden ilan edilecek standartlara uygunluk kriterleriyle biraraya gelerek oluşturacakları bir kollektifin, Antalya’da yetenek eğitimi ve yönetimi üzerinde kuracakları bir akademide tüm dünyaya ihracat yapabilecek duruma gelmelerinin, işten bile olmadığını görüyorum. Tabii, doğru biçimde denetlenen, akıl ile yönetilen ve konsensüsle kurulmuş bir yapıdan bahsediyorum. Özellikle kış ayları için, harcanan yıllık toplam bütçe üzerinden sağlanabilecek verimlilikle arttırılması çok muhtemel ciddi bütçelerin, ( kabaca % 25-30 aralığında bir iyileştirme olasılığı olduğunu düşünüyorum, bu da her sen yaklaşık 100 milyon € yapar ) özellikle düşük sezonlar ve geçiş sezonlarında, şehirdeki cazibeyi arttıracak sanat, spor, kültür etkinliklerine ( festival, konser, yarışma, parti gibi )aktarılmasıyla muazzam bir talep potansiyeli yakalanacağını düşünüyorum.
Keza, aynı şekilde maalesef gündem olmaya başlayan gıda güvenliği, pestisit kalıntısı, kaçak içki gibi devasa sorunlarla ilgili de, özellikle bölgedeki üreticilere eğitim, danışmanlık, alım garantisi ve standardizasyon desteği verilerek, ortak kurulacak laboratuar ve denetim ekipleriyle, tarımsal atığı minimumda tutarak ve ürünlerin oteller tarafınca kullanılmayan kısımlarının, hayvancılıkta, ya da konserve-reçel-şarap-salça-geleneksel çorba hazır karışımları vb. yöntemlerle değerlendirilip, ülkemizi ziyaret eden turistlere uygun fiyatlarla bilhassa oteller, ören yerleri ve havalimanlarında satılmasıyla elde edilecek gelirin, sorun olmaya başlayan su sorunlarıyla alakalı kaynak rehabilitasyonu çalışmalarına aktarılmasıyla çok önemli sonuçlar elde edilebileceğini düşünüyorum.
Halihazırda, özellikle acentalarımızın transfer araçlarında görevli ve otellerde misafirlere bilgi vermek, tur satışı yapmak için bulundurdukları “rehber” diye adlandırılan yabancı personellerin üstlendikleri bu görevleri, belli bir sürede verilecek eğitimler ve lisanslama çalışmalarıyla ülkemiz gençleri tarafından yapılabilir görevler haline gelmesi için alınacak kararların, bu gençlerin geldikleri ülkeden çalışmak üzere, gelmemelerine dolayısıyla uçmamalarına, lojmanlarda konaklamamalarına ve daha da önemlisi binbir uğraşla ülkemize getirmek için tüm sektörün olağanüstü çaba gösterdiği turistlerin, ülkemizle kuracakları iletişimler neticesinde oluşabilecek muhtemel negatif ilk intibalara karşı doğru argüman ve yaklaşımlarla olumlu katkı sunacaklarını düşünüyorum.
Yukarıda yazdıklarım dışında, plastik kullanımının azaltılması, birçok ürünün doğru standartlarda ve biyo-çözünebilir malzemelerle üretilmesi de sektörün birlik olması ve yerel-genel yönetim işbirlikleriyle yapılabilecek ar-ge çalışmaları sonrasında tüm dünyaya rahatlıkla ihraç edilebilecek birtakım ürünlerin üretimini de sağlayacaktır. Ayrıca, golf sahaları, otel peyzaj bitkileri için kullanılan su miktarları ve otellerde kullanılan temizlik başta olmak üzere her türlü kimyasallarla ilgili de birtakım düşüncelerim var ama, sanırım bir yazı için bu kadarlık gündüz düşü yetecek.
Tüm bunları yazmışken, tam da üç sene evvel meslektaşım Cengiz Haydar Barut’un sözlerine atıf yapmamak mümkün değil, ne demişti Barut;
“Yıllardır turizm STK’larında arkadaşlarımızla yöneticilik yapıyoruz. Aslına bakarsanız kanarya sevenler derneğinden farkımız yok. Çünkü turizm STK’larının bir yaptırımı yok. Rica minnet arkadaşlarımızla turizm STK’larında görev yapıyoruz. Bu noktada STK’ların güçlenmesi ve yaptırım gücü olması lazım. Biz bir derneğiz ama hiçbir yaptırımımız yok”
Yukarıda bahsettiğim tüm olasılıklar, sektör STK larını, en azından sektör içinde belli yaptırımlara haiz bir hale getirebilmek adına, yeniden yapılandırılmasını tartışmaya açmak için, birilerine küçük de olsa belki bir motivasyon sağlar.
Bütün bunları, farklı buluşmalarda dile getirmeye devam eden birisi olarak, “ naif ” olarak görülmeyi dert etmesem de, tüm bu yazdıklarımın bugünkü ortamda gündüz düşleri olacağını bilecek kadar da, realitenin içinde uzun yıllar bulunmuş bir yöneticiyim. Yine de bu yazıyı okuyanların, belki bir kısmı tarafından da “naif” görülebileceğimi biliyor ve sorun etmiyorum. Bununla çok zaman önce barışmış birisiyim. Walt Disney’in güzel sözüyle noktalayalım o halde; “ Peşinden gidebilecek kadar cesaretiniz varsa, bütün rüyalarınız gerçek olabilir ” Bence de herşey hayal etmekle başlar, o halde gündüz düşlerine devam…