Her birimizin yoğun koşuşturma içinde kendini kaybettiği ne tarafa gittiğini bile bilmeden bocaladığı günlerimiz sanıyorum ki olmuştur. Her şeyin gri değil simsiyah olduğu ve duvarların üzerimize geldiği anlarda içimiz kararmış ve çıkacak bir yol bulmakta güçlük çekmişliğimiz vardır. İşte büyle durumlarda bile hayata ılıman gözlerle bakabilmeyi başarmak, yoğun temponun altında hayatın bizlere zaman içerisinde yüklediği sorumlulukların keyfini sürerek taşıyabilmek hayat sanatıdır.
Bence ne olursa olsun nerde yaşanırsa yaşansın hayat güzeldir.
Sizlerle milattan önce dokuzuncu yüzyıla ait bir tapınağın duvarından alınmış bir yazıtı paylaşmak istedim bu hafta.
Yazıt derki;
“ Gürültü patırtının ortasında, sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma. Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış. Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun. Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma. İçten ol; telaşsız anlat. Kısa, açık ve
net konuş. Başkalarına kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü dünyada herkesin bir öyküsü vardır. Yalnız yaptığın planların değil, başarılarının da tadını çıkar.
İşin ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağın odur.
Seveceğin bir iş seçersen, hayatın boyunca bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın. İşini öyle sev ki; başarıların, bedenini ve yüreğini güçlendirirken, yaptıkların da yepyeni hayatlar başlatmış olsun.
İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz
Ve unutma ki; insanlığın asırlardır öğrendikleri, sonsuz bir kumsaldaki tek bir kum taneciğinden fazla değildir.
Kaybetmeyi, ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olmak bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.
Yılların geçmesine öfkelenme; gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme.
Ruzgarın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgara göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir.
Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkansızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.
Hatırlar mısın doğduğun zamanları? Sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu. Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse. Sabırlı, sevecen ve erdemli ol. Eninde sonunda bütün servetin sensin.
Görmeye çalış ki; bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik güzel mekanıdır.”
Kısa bir hikaye ile sizlerden ayrılacağım.
“ Soğuk bir kış günü küçük bir serçe yerde donmak üzeredir. O sırada oradan
geçmekte olan bir inek tam serçenin üzerine pisler. Sıcak pisliğin üzerine düşmesiyle donmaktan kurtulan serçe, dışkının sıcaklığıyla keyfi yerine gelmiş bir halde kafasını dışarı çıkarıp var gücüyle ötmeye başlar.
Kuşun sesini duyan aç bir kedi hemen oraya gelir. Kuşu pislikten çıkartır. Önce onu bir güzel temizler ve sonra oturup afiyetle yer.”
Bu hikayeden alınması gereken birkaç ders vardır.
Birincisi felaket anında üzerinize pislik atan, her zaman düşmanınız olmayabilir.
İkincisi Boğazınıza kadar pisliğe gömüldüğünüzde şarkı söylemeyin. Yazıtta ne diyordu “ Sessizliğin içinde huzur olduğunu unutma!”
Üçüncüsü sizi pislikten kurtarıp temizleyen her zaman dostunuz değildir.
Hayat güzeldir ve devam etmektidir. Anı yakalayın...
Sevgiyle kalın