Dünyanın en hareketli zemini üzerinde sürdürüyoruz yaşamımızı. Güney Amerika ve Çin ile birlikte Akdeniz havzası dünyanın bilinen en önemli deprem kuşakları üzerinde bulunuyor. Antik çağlardan beri büyük depremler yaşamış İtalya, Yunanistan, Türkiye, Suriye ve İran defalarca çok büyük sarsıntılara maruz kalmış ve bu sebeple milyonlarca insanını kaybetmiştir. Sadece 20 Mayıs MS. 526 günü meydana gelen Antakya depreminin 300 bin kişinin hayatına mal olduğunu, depremi bizzat yaşamış olan Antakyalı Malalas’ın eserlerinden öğreniyoruz.
Bu depremler sonrası dönemin İstanbul ve İskenderiye ile beraber en önemli şehirlerinden olan Antakya’da dağ ve tepelere yapılmış evlerin dışında neredeyse hiçbir yapının ayakta kalmadığını, deprem sonrası çıkan yangının şehre büyük hasar verdiğini yine aynı kaynaklar yazıyor.
Büyük medeniyetlerin kurulduğu bu topraklar büyük afetlerin de merkezi oldu yüzyıllar boyu. Ve her defasında yerle bir olan toprakları terk etmek yerine, acıları toprağa gömerek, hayat sil baştan aynı yerlerde yeniden kuruldu. İnsanların doğup büyüdükleri topraklara olan tutkusu, deprem korkusundan bile daha ağır bastı çoğunlukla. Yoksa göz göre mucize eseri hayatta kalınabilmiş bir afetin ardından topraklarını terk etmemeleri nasıl açıklanabilir ki?
Acılarımızı ülke olarak hep beraber aşmaya çalışıyoruz. Kimsenin kimseyi teskin etmek gibi bir gayreti yok, zira her kes yaşanan felaketin boyutunu ve insanların yaşadığı hayatlarının bu en zor dönemlerini gayet iyi biliyor. Herkes elinden geldiğince destek olup, katkı vermeye çalıştı, çalışıyor.
Acılarla birlikte artık ‘ya şimdi?’ sorusuyla karşı karşıyayız. Kimileri yeni diyarlara doğru yola çıkarken, kimileri yüzyıllardır olduğu gibi yine aynı topraklarda hayatlarını yeniden kuracak. Her ikisi için de imkânlarımızı seferber ederek, yardımcı olacağız. Biliyorum, bu yazdığım kadar kolay değil, ancak yapabileceğimizi de biliyorum.
Birkaç yüzyılda bir yaşanan büyük afetleri 2 yıl içinde üst üste yaşadık ve bu süreçte yaklaşık 150 bin canımızı kaybettik. İnsanoğlunun kısacık ömrüne bunları sığdırması ve hem ruh, hem fiziki sağlığını koruyabilmesi ve her şeye rağmen günlük yaşantısını devam ettirebilmesi zor. Artık başka düşünüyor, başka şekilde davranıyor, başka kararlar alıyoruz.
Bu sürecin aşılmasının yegâne ilacı karşılıklı hoşgörü olacaktır.