Dünya üzerindeki toplam kaynaklarının sadece % 3’ü tatlı su kaynaklarını oluşturmaktadır. Ayrıca bu %3 tatlı su kaynağının %90’ı da kutuplar da ve yerin altında bulunmaktadır. Hoyratça kullandığımız bu sıvının yakın gelecekte savaşlara sebep olacağı ve petrolden daha değerli bir hale geleceği bilinen bir gerçektir.
Türkiye açısından baktığımız da 112 milyar m3 lük bir yıllık su kapasitemizin olduğu ve yıllık tüketim miktarımızın da 54 milyar m3 olduğu görülmektedir. Bu 54 milyar m3 lük suyun sadece 7 milyar m3’ünü içme suyu olarak kullanırken, yine 7 milyar m3 lük miktarını sanayi de ve kalan 40 milyar m3 lük suyun ise tarım amaçlı olarak kullanılmaktadır. Dünya üzerinde kişi başı kullanılabilir su miktarı 1000 m3 den daha düşük olan ülkelere “Su Fakiri Ülke” denilirken, 1000 ila 2000 m3 lük bir su kullanım miktarı düşen ülkelere de ”Su Azlığı Çeken Ülke” denilmektedir. Ülkemizde kişi başı yıllık kullanılan su tüketim miktarı yaklaşık olarak (pandemi öncesi) 1519 m3 civarındadır. Bu rakamla mevcut durumumuz bilinenin aksine “Su Azlığı Çeken Ülke” statüsündedir.
Pandemi öncesi konunun uzmanlarının yaptığı projeksiyonlara göre eğer gerekli tedbirler alınmazsa 2030 yılında Türkiye “Su Fakiri” ülkeler arasına girecektir. İçinde bulunduğumuz pandemi dönemi nedeniyle başta ellerin yıkanması olmak üzere eve giren her şeyin yıkanarak dezenfekte edilmesi mevcut olağan tüketimin çok çok üzerinde bir sarfiyatın gerçekleşmesine sebep oldu. Bu sebeple bir çok şehrimizi besleyen su havzaları ve barajlardaki su seviyesi kritik eşiğin bir hayli altına düştü. Bundan dolayı ülke çapında yaşanan kuraklığı gidermek için toplu “yağmur duasına” çıkılmıştır. Böyle davranarak yaşanan bu sorunun çözümünü de tedbir almak yerine “Allah”a bırakıldığımız görülmektedir.
Oysa bizi bekleyen tehlike ile ilgili yıllardır konunun uzmanları bizi uyarmakta ve uyarmaya da devam etmektedirler. Doğanın dengesini insanın ne kadar hoyratça bozduğu, kendi haline bırakıldığında da kendini nasıl kolayca toparlayabildiğini pandemi sürecinde yakinen gördük. Fakat normal yaşama dönüş sinyallerinin verildiği ilk günden itibaren bu gördüklerimizi unutup yeniden eski alışılmış umursamaz tavrımıza geri döndük.
Yaşadığımız bu kritik pandemi sürecine ek olarak global olarak yaşanan küresel ısınma da kıt olan su kaynaklarımızı tehdit etmektedir. Bunun ilk çarpıcı örneği Güney Afrikanın başkenti Cape Town da yaşandı. Yer altı sularının tamamen tükenmesi sonucu 30 bin tarım işçisi işsiz kaldı.
Dünya Doğal Hayatı Koruma Derneği Türkiye Başkanı Aslı Pasinli’nin bir röportajında da belirttiği gibi Küresel ısınmanın olumsuz etkisini bizzat gören ve hisseden “İLK NESİL” olmakla birlikte, bu ısınmanın doğuracağı olumsuz durumları giderebilecek te “SON NESİL” yine biziz.
Bir günlük yaşantımızda bir suyu ne kadar hoyratça kullandığımızı farkına varabilmemiz için National Geographic Türkiye tarafından hazırlanmış olan ve çok çarpıcı bilgiler veren “25 Litre” isimli belgesele linkinden ulaşabilirsiniz.
Bir Kızılderili atasözü der ki; “Biz bu Dünya’yı atalarımızdan miras almadık. Torunlarımızdan ödünç aldık.” Bu sebeple hepimizin günlük hayatta kendimiz ile ilgili alabileceğimiz tedbirler mevcut olup, bunu yapmak yasal değil, yaşamsal bir zorunluluktur.
Peki biz turizmciler olarak işlettiğimiz tesisler de bu konuda ne gibi önlemler alıyoruz? Mevcut altyapımızda su kaçaklarınız varmı? Varsa önlemek için gerekli tedbirleri alıyor muyuz? Ya da su tüketimini azaltıcı gerekli teknik ve operaif değişiklikleri yaptık mı? Suyun bilinçli tüketimi konusunda personelimiz ve misafirlerimizi eğitiyor muyuz? Konu ile ilgili daha başka neler yapabiliriz? Tüm bu konuları etraflıca ele alıp, sezonun açılmasına henüz vakit varken gerekenleri yapmak için tam zamanı.
Kalın sağlıcakla...