Kurlar Yükleniyor...
articledummy

İKİ YANGININ ARASINDA…

İki yangın arasında yön bulmaya çalışan bölgede gerçekleri görmek, doğruyu bulmak ve yazmak oldukça zor. Duman, is, kesif yanık kokusu ile toprağın, taşın, mezarlıkların yandığı yeşilin yerine siyahın, grinin hakim olduğu, toprağın kalın bir kül tabakasıyla kaplı olduğu, gökyüzünün kızıla boyandığı, acının ve kayıpların olduğu bir yerden yazmak gerçekten çok zor.

Akdeniz ormanları, dünyanın orman alanlarının sadece yüzde 1.5’ini oluşturmasına rağmen, kendine has yapısal özellikleri zengin bir flora ve faunaya ve yine çok çeşitli çevresel durum ve varyasyonlara sahip olması, odun varlığından çok, toprak koruma, erozyon önleme, su akışının düzenlenmesi, peyzaj değerleri ve kalabalık şehir alanlarının mikro kliması üzerinde düzenleyici rol oynaması ile öne çıkmaktadır.

Dünyanın en hızlı gelişme ve büyüme gösteren ve gelecek günlerde de önemini artıracak bir bölge de yer alması, bu ormanların değerini bir kat daha arttırmaktadır.

Antalya, Muğla, Adana ve Mersin ormanları yani Toroslar içinde durum aynısıdır. Toroslar akciğerimizdir. Oksijen kaynaklarımızdır. Bahsi geçen bölgelerde 28 Temmuzda başlayan yangını üzüntü, öfke ve çaresizlik içerisinde izliyoruz.

Yazıyı yazmaya başladığımız 4. günün sonunda yangının daha ne kadar süreceği bilinmemekle birlikte 38 Km’lik uzunlukta 20 Km derinlikte kuzeyde doğudan batıya doğru ilerlemekte idi.

Yaklaşık 760 Km² ye denk bir alan…

Dikkat buyurunuz! Malta 750 Km², Singapur 728 Km²

Manavgat 2021 yangınında, dünyadaki birçok ülkeden daha büyük bir alan yandı. Ve yanmaya devam ediyor.

Bu senenin kurak olduğu, olacağı belli iken, azalan su kaynaklarının durumu ortada iken dünya ormanlık alan sırlamasında 32. sırada olan Türkiye’nin toplam orman alanı 22.621.935 ha’dır. Bu orman alan miktarı ülke genel alan toplamının %29’u kadardır.

“Sürdürülebilir Orman Yönetimi Kriter ve Göstergeleri Türkiye Raporu 2019 (SOY)” da orman yangınlarına mücadele stratejisi önleme, söndürme ve rehabilitasyon üzerine kuruludur. 2016 yılında da 15 dakikalık yangına ilk müdahale süresi hedefine ulaşılmış olduğu belirtilmektedir.

Yine SOY’da yazılı “İklim değişikliğinin ormancılık faaliyetleri, orman ekosistemi ve türler üzerine etkilerinin tespit edilmesi ve izlenmesi, İklim değişikliğinden kaynaklanan sıcaklık artışı ve yağış rejimi değişiminin orman ekosistemi ve türler üzerindeki etkilerinin tespit edilmesi, İklim değişikliğinin orman yangınları üzerine etkilerinin tespit edilerek izlenmesi ve yangın risk haritalarına işlenmesi, İklim değişikliğinden kaynaklanan orman yangınları için gerekli risk hazırlık/önleme konularının yerel/bölgesel planlama çalışmaları kapsamına alınması, İklim değişikliğinin geçim kaynakları üzerindeki risklerinin minimize edilmesini sağlamak amacıyla, orman köylülerinin geçim faaliyetlerinin çeşitlendirilmesi, gerekirse farklı faaliyetlere geçilmesi, İklim değişikliğinden kaynaklanan orman yangınları ile mücadele için gerekli risk hazırlık/önleme konularının yerel/ bölgesel planlama çalışmaları kapsamına alınması”  yapıldı mı?

“Orman yangınlarıyla mücadelede önleyici tedbirler artırılarak, müdahale kapasitesinin güçlendirilmesi” gereği belirtilmektedir.

Peki ülkemizde iklim değişikliğinin etkileri izlenebildi mi? Yangın ile mücadele tedbirleri güçlendirildi mi?

Ne yazık ki, ‘’Hayır’’.

Orman yangınları ülkemizin bir gerçeğidir. Neredeyse yüzlerce yıldır, bu ormanlarda yangın oluyor. Eğer insanlar engel olmazsa, orman kendini tekrar yeniliyor. Milli servet olan ormanlarımızın, yangın riski yeni değilken, üstelik hemen her yıl yangınlar çıkarken ve coğrafyamız gereği karadan müdahale imkânı sınırlıyken, havadan yangın söndürme araçları konusunda yeterli miyiz?

Türk Hava Kurumunun elinde 2002 yılında, orman yangınlarını başarı ile söndürdüğü 19 adet amfibi uçağı vardı. Hepsi faal ve kullanılıyordu. 2021 yılına geldiğimizde, bu uçakların hiçbiri yok. Ülkemizin elinde, sadece 3 adet kiralık Rus uçağı var.

Uzun yıllar deniz karakol uçağı olarak kullanılan Tracker uçaklardan bir tanesi, TAI tarafından 1999 yılında yangın söndürme uçağı olarak modifiye edilmiş ve 1999 depreminde çıkan Tüpraş rafineri yangınında başarı ile kullanılmıştı. Neredeyse yeni bir uçak alım bedeline 15 adet eski deniz karakol uçağı orman yangın söndürme uçağına dönüştürülecekti. Bu projeye ne oldu?

Ülkemiz için orman yangını tehlikesi açık ve bu kadar yakınken, yangını söndürme hazırlıklarımız konusunda eksikliklerimiz olduğu ortada. Ne yazık ki, son yıllarda hava araçları temini konusunda, yangın söndürme uçakları almak ya da elimizdekilere sahip çıkmak önceliğimiz olmamış.

Hiçbir mazeret başarıdan üstün değildir. Zaman en kıymetli kaynaktır. Ulusal enerjimizi, zamanımızı çözemediğimiz sorunlar için mazeret üretmekle, müsebbip aramakla değil çare bulmakla tüketmek zorundayız. Aksi takdirde bugünün sorunları yarınların daha büyük sorunlarını üretir.

Öte yandan, ABD yangınlarla mücadele için yeni stratejiye ihtiyacı olduğu açıklanmış. Bunun nedeni olarak da en başta yerleşim yerlerinin doğa ile gün geçtikçe daha iç içe bir hal alması ve giderek daha çok insanın risk altına girmesi gösterilmektedir. Yanlış şehirleşme, yanlış arazi kullanımı, ormanlarda hastalıkların artması, orman yangınlarına karşı yanlış uygulamaların gerçekleştirilmesi de bir zaman sonra daha büyük orman yangınlarına neden olmaktadır.

ABD’de belirlenen stratejiye göre 4 ana amaç ortaya konulmuştur:

Yangınlardan koruma ve savaş faaliyetlerini geliştirmek,

Tehlike yaratan yanıcı maddeleri azaltmak,

Yangınlara adapte olmuş ekosistemlerin yeniden kurulmasına yardımcı olmak,

Toplumun yangınlara karşı olan desteğini arttırmaktır.

Söylenecek çok söz var…

Neden zor ile karşılaşıyoruz?

İşi zora sokuyoruz?

Neden bilimden uzaklaşıyoruz?

Neden önceden tedbirleri alamıyoruz?

Yoksa stratejik sığlık ve vizyonsuzluk mu?

Zülfü Livaneli’nin 01/08/2021 tarihinde kaleme aldığı dizeleri okuyorum…

Gecenin gölgesi düşerken

Ayıplarımızın üstüne

Kızıl diller yalarken

Gökyüzünü

Ölü bedenler çöküyor

Suyun dibine

Ağır ağır

Bir matem raksında sallanarak

Ve kendini kurban etmeye çıkmış

Anaların duaları

Göğe çarpıp dönüyor birer birer

Göğün akkor kafesine…   

Ve diğer yangın!

21 Haziran’da kalem aldığımız yazımızda “1 Ağustos’a kadar nasıl çıkarız? Bayramda ne yaparız?”ı yazmıştık. Sanki dün gibi… Ancak zaman hızlıca aktı ve maalesef korktuğumuz durum göz göre göre geldi.

Bunu tahmin etmek çok zor değildi.

Toplumumuzun kısıtlama ve kısıtlama dışındaki günlerde salgına karşı tutum ve davranışlarındaki isteksizlik, yetersizlikler, birçok yanlış bilgiyi doğru kabul etme, kendi inandığında diretme,

Aşı karşıtlığını özenti yaklaşımlarla derinlemesine bilgi sahibi olmadan ben çok iyi biliyorum. Bu aşı işi olmaz söylemleri ile aşı uzmanı olmak, hüküm vermek.

Bu duruma nasıl geldik?

Ekonomik kaygıların gölgesinde salgını iyi yönetiyoruz söylemleri ile geçte olsa alınan uzun kısıtlama günleri ve çok sayıda aşı tedariki ile salgını yönetebilir sayılara ulaştırmıştık. Bu iki sonuç bizleri daha rahat davranışlara yönlendirdi. “Peltzman Etkisi”ni (insanlar daha fazla risk hissettiklerinde daha dikkatli olurlar ve daha fazla korunduklarını hissettiklerinde daha az dikkatli olurlar.) yaşadık. Aşırı iyi, olumlu ve 1. doz aşı olma sayısının yüksekliğini belirten bir anlamda sorunun bittiği algısı oluşturduktan sonra üstüne birde çok yüksek Kurban Bayramı hareketliliğini de yaşayarak geldik. Bu insan hareketliği tabiri caiz ise kavimler göçü görüntüleri şeklinde cereyan etti.

Artan iç ve dış tatil talepleri unutulan ya da unutulmak istenen Güvenli Turizm Sertifikasyon kriterleri ile kapasite alan/kişi artışı ile,

İzlenemeyen vaka, temaslı uygulamaları ile,

Ama en önemlisi aşılama oranı düşük ve COVID-19 hastalığı üstelik delta varyantı yaygın ülkelerden gelenlere uygulamak istemediğimiz PCR testleri ile geldi.

Yaşayacağımız ya da yaşadığımız tehlikeler arasında farklı ülkelerden/değişik salgın risk bölgelerinden gelen misafirlerimizin farklı ülke/değişik salgın risk bölgeleri misafirleri arası çapraz bulaşmalardır.

Peki suçlu kim? Sorumlu kim?

Başta bilime karşı politikalarda ısrar eden yöneticilerimiz olmak üzere Tabi ki bizleriz, hepimiz. Ortada başarısız bir sonuç var.

Sonuç:

Önü kesilemeyen artan vakalar neticesinde artan yoğun bakım talepleri, yetersiz filyasyonlar. Kapanma ya da kapanmama arasındaki sessiz bekleyiş.

Okulların açılması ile sonbahara büyük bir bakiye ile ulaşma sonrasında daha büyük vaka patlamaları kısaca kısır döngü sürekli aynı şeyleri yaşama.

İşletme, bölge, ülke ve dünya ölçeğinde stratejiler/ planlar/ politikalar ile birlikte her bireyin kurallara gerçekten eşit olarak uyacağı, adil ve etkin kontrollü bir süreç olmadan küresel salgından kurtulmamız mümkün değil.

 

Yayın Tarihi
04.08.2021
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla